Sayfalar

6 Aralık 2011 Salı

KENTSEL REKABET ve MARKALAŞMA


Rekabet sadece ürünler ve firmalar arasında gerçekleşmez.
Ülkeler ve şehirler de birbirleriyle rekabet eder.”
Philip Kotler


Küreselleşme süreci ile birlikte kapitalizmin mekânsal dönüşümüne bağlı olarak bölge ve kentlerin dünya ekonomisinin bir alt sistemi olarak etkinliği ve önemi artmıştır. Bu süreç içerisinde dünyada sanayinin küresel olarak örgütlenmesi dönüşüme uğramaktadır. Dünya sanayi üretiminde gelişmekte olan ülkelerin payı artarken tüm dünya küreselleşme ve yerelleşme çelişkisi içinde birleşik olarak değişmektedir. Örneğin Global Metro Monitor raporunda yayımlanan verilere göre ekonomik değer ve istihdam bakımından dünyanın en büyük 150 kent ekonomisi 53 ülkede bulunmaktadır. 2007 yılında Dünya GSMH’nin % 46’sı bu 150 kent tarafından üretilirken ile dünya nüfusunun % 12’ye yakın kısmı da bu kentlerde yaşamaktadır. (The Brokings Institution; 2010:9) Bu dönemde kentler yatırımları çekebilmek, turizm faaliyetlerinin merkezi haline gelebilmek için birebirleriyle küresel ölçekte kıyasıya rekabet etmeye başlamışlardır.Kentler bir çekim merkezi haline gelebilmek için sahip oldukları taklit edilme olanağı zayıf olan kaynak ve özelliklerini ön plana çıkararak bir rekabet stratejisi geliştirmeye başlamışlardır. Uluslararası turizm pazarı, ülkelerin pazar paylarını koruma ya da arttırma amaçları için yoğun çaba gösterdikleri önemli bir ekonomik girdi kapısı haline gelmiştir. Günümüzde Turizm, ülkelerin kalkınmasında artık çok daha önemli bir rol oynamaktadır. Ülkeler bunun için, gerek hükümetler düzeyinde gerekse yerel yönetimler düzeyinde turizm stratejileri geliştirmektedirler. Kent pazarlaması kavramı da söz konusu stratejilerin etkinliğinin arttırılması açısından oldukça önemlidir. Belirli destinasyonların ayırt edici özelliklerinin ön plana çıkartılarak, potansiyel hedef pazarlara ya da pazar bölümlerine sunulması, günümüzde yaygın olarak kullanılan bir “kent pazarlaması” stratejisidir Belirli destinasyonların ayırt edici özelliklerinin ön plana çıkartılarak, potansiyel hedef pazarlara ya da pazar bölümlerine sunulması, günümüzde yaygın olarak kullanılan bir “kent pazarlaması” stratejisidir. Artık şehirlerde kaynaklarını daha etkili kullanmak, yaranabilir mekânlar yaratmak, cazibe merkezi haline dönüştürebilmek amacıyla pazarlamayı kullanmaktadırlar. Küresel rekabet ortamında giderek küresel sistemin bir alt unsuru haline gelen kentler için temel amaç daha fazla ilgi çekmek ve turizm faaliyetleri ve sinai ve hizmet yatırımları bakımından tercih edilebilir olmaktır. Yani şehre ziyaretçi sayısını artırmak, yatırım isteklerini teşvik etmek ve şehirde oturanların sorunlarını anında çözümleyecek hizmet sektörlerinin varlığı yoluyla değer oluşturmak anlamına gelmektedi Bu kapsamda fikrilerin, sermayenin ve yerel bilginin yeni kaynakları yerel politikaların uygulanmasına yönelik olarak harekete geçirilmektedir.Bu anlamıyla kent pazarlaması özel sektör ile işbirliği ahinde sürdürülen kamu planlamasına stratejik bir yaklaşım olarak düşünülebilir.Kent pazarlaması, kente yönelen yatırımların ve turizm faaliyetlerinin arttırılması yanında, kent toplumunun gelişmesi, yerel kimliğin güçlenmesi ve dışlanmışlığı engelleyecek toplumsal güçleri harekete geçirilmesi amacıyla kentin rekabetçi üstünlüğünün tesisi olarak anlaşılabilir (Kavaratzis,2004:70). Kentlerin kültürel varlıkları ve tarihlerine,doğal özelliklerine,sahip oldukları özgün ürünlere ve yetkinliklere dayanarak marka kent olmak için caba harcamaya başlamışlardır. 1990’ların başında ağırlık kazanan marka kent kavramı da, markalaşması hedeflenen kentin öncelikle kendi halkına, daha sonra da küresel alanda tüm bireylere daha iyi şartlar sunması amacına yönelmektedir. Bu bağlamda, bir kent, uluslararası platformda bir ya da birkaç alanda en bilinen olmak, tercih edilmek, markalaşmak istiyorsa, öncelikle kendi sınırları içinde yaşayan insanlar için yeterli olabilmeli, ekonomik, kültürel, sosyal açıdan tüm açıklarını kapatabilmelidir. Gelişme açığını kapatan bir kent, daha sonra, dünyadaki yatırımcıları, girişimcileri ve turistleri kendisine çekmek için markalaşma faaliyetlerini sürdürür. Kent pazarlaması kavramı da söz konusu stratejilerin etkinliğinin arttırılması açısından oldukça önemlidir. Ekonomik ve sosyal gelişmede İnsanların tasavvur gücünü en büyük ve önemli kaynak olarak gören “yaratıcı kent” kavramı, marka kentler oluşturmak için söz konusu kaynağa nasıl yatırım yapılabileceğinin cevaplarını içermektedir (Florida,2002).


Kaynaklar:

Florida R L, (2002), The rise of the creative class and how it's transforming work, leisure, community and everyday life Basic Books, New York.

İlgüner, Muhterem ve Asplund, Christer (2011), Marka Şehir, 1. Basım, Markating Yayınları, İstanbul.

Kavaratzis, Michalis (2004), “From city marketing to city branding: Towards a theoretical framework for developing city brands” Place Branding ,Vol: 1, No:1, pp. 58–73

UNCTAD (2008), Creative Economy Report.

28 Temmuz 2011 Perşembe

Kurumsallaşmış Bir Rant Paylaşım Süreci Olarak Futbol: Futbolun Oyunluğunu Polanyi Üzerinden Tartışmak


İnsanlar şimdiye kadar, kendileri hakkında, ne oldukları ya da ne olmaları gerektiği hakkında her zaman yanlış fikirlere sahip olmuşlardır. Sahip oldukları ilişkileri, Tanrı hakkındaki normal insan hakkındaki vb. tasarımlarına uygun olarak düzenlemişlerdir. Kendi beyinlerinin ürünleri, onları yaratan beynin üstüne çıkmıştır. Yaratıcılar kendi yarattıkları şeyler önünde secdeye varmışlardır. Öyleyse onları, boyunduruğu altında ezildikleri kuruntulardan, fikirlerden, dogmalardan, hayali yaratıklardan kurtaralım. Fikirlerin egemenliğine karşı başkaldıralım.”
Marx ve Engels “Önsöz-Alman İdeolojisi”



İnsanı özgürleştiren bir toplumsal etkinlik olarak oyun, yaşamın varolan gerçekliğini anlamlandırmasını ve bunun ötesinde farklı bir dünyanın vurgusuna da sahip olmasını sağlar.. Diğer tafradan oyun aslında sömürülen kitlelerin varlığı sonucu üretilen artı ürün sayesinde hakim sınıfların sahip olduğu boş zamanı değerlendirme biçimidir.Egemen sınıfın sınıfsal ayrıcalığının bir göstergesi olarak spordan farklı olarak aslında üretici sınıfların izleyici olarak katılarak boş zaman geçirme biçimlerinin egemen sınıfın ideolojik hegemonyasını yeniden üretecek biçimde belirlendiği spor gösterileri tarihsel olarak sınıflı toplumlarda var ola gelmiştir.Zenginler bireysel boş zamanlarını golf tenis kayak gibi ‘asil’ sporlarla geçirirken, kitlelere kendilerini zengin kulüp başkanları ile eşitlik yanılsaması içinde konumlandırdıkları futbol kalmaktadır.Roma döneminin büyük arena sporlarının yerini günümüze futbol almış ve kitleleri kontrol etmenin bir aracı haline gelmiştir.
Kapitalizm, , oyunun olumsallıklarını ortadan kaldırarak, oyunu endüstriyelleştirir ve iktidarın kurgusunun ürünü olan yabancılaşmış onu kitleleri sisteme bağlayan tüketim kültürünü yeniden üreten gündelik pratiklere dönüştürür. Emek zamanını denetim altında tutan sistem, boş zaman zerinde de hegemonya kurarak toplumsal öznelerin tüm gündelik pratiklerini belirlemeye çalışır.(Çoban,2008) Dinin Marx’ın deyişiyle “ruhu olamayan bir toplumun ruhu haline gelmesi” biçiminde futbol da acı fedakârlık, topluluk ruhu ve yaratıcılık gibi değerleri savaşa tahammül edebilme gücü vermiştir. Futbolun kimi temel esaslarının ve iletişimsel özelliklerinin, proleter kitlelerin belirli kültürel yöntemleriyle yakınlık içinde oluşu da bundandır. Kapitalizmin kar oranları arttıran bir ekonomi alanı aynı zamanda kitleleri ideolojik hegemonya alanına çeken bir hakikat dünyası bunların yanında kenar mahalle gençlerinin sınıf atlama alanı azgelişmiş toplumların ise mili direncidir. Futbol ulaştığı her yerde o yerin şeklini alabilme yeteneğine sahip bir oyun olmuş, nereye gittiyse o yerin kültürel ve toplumsal özellikleriyle kaynaşabilmiştir.
Futbol bir oyun olarak ortaya çıktıktan sonra tarihsel olarak kitleselleşti, boş zaman geçirme pratiklerinin en önemli aygıtı oldu ve bu nedenle futbol sadece bir oyun olmaktan çıkıp, medyanın eğlence sektörüne eklemlenen, devasa paraların döndürüldüğü, egemenlik ilişkilerinin kendini yeniden ürettiği bir alan haline dönüşmüştür. Futbol tüketim endüstrisinin ihtiyaç duyduğu müşteri kitlesine hitap etme yeteneği en yüksek spor dallarından biri olarak bir endüstri haline gelerek televizyonun yarattığı yeni imkanlarla birlikte tümüyle küreselleştiğinin ve futbolun artık yalnızca bir oyun olarak düşünülemeyeceği, futbolun aynı zamanda bir “is” ve büyük bir kitlesel fenomen haline dönüşmüştür. (Demirer,2010) Endüstriyel futbol olarak tanımlanan bu dönem içinde futbolun kendisi bir meta olmasının ötesinde futbol bahis gibi para kazanma yollarına kaynaklık ederek hızla mafyalaşma sürecine girmiştir.
Kapitalizm temel olarak piyasa kültürü üzerine inşa edilmiş bir kurumlaşmış formasyon olarak ekonominin farklı kurumlaşma tarzlarını görünmez kılmıştır. Ekonomiyi kurumlaşmış bir süreç olarak düşündüğümüzde kaçınılmaz olarak bu kurumsallaşma tipolojilerini ortaya koyan Karl Polanyi ye bir göz atmamız gerekecektir. Polanyi ekonomiye kültürel bir yaklaşım ortaya kayarak ekonominin toplum ve kültürün içine “yerleşmişliğini (embeddedness)” vurgulayan kurumlaşma biçimlerine dikkati çeker. Polanyi'ye göre, ampirik ekonomilerin nasıl kurumlaştığını incelerken, temel soru bu yapıda birlik ve kararlılığın nasıl sağlandığıdır. "Bütünleştirme Şekilleri" olarak tanımlanan bu kalıplar ekonomilerin toplumsal yapı içinde kurumlaşma tarzları olarak tek tek veya çeşitli bileşimler halinde ekonomik yapının kalıcılığını sağlarlar. Bu kalıplar “karşılıklılık (reciprocity), yeniden dağıtım (redistribution) ve mübadele (exchange)” olarak Polanyi tarafından ortaya konulmuştur (Polanyi,2008).

“Ampirik ekonomilerin nasıl kurumlaştığı hakkında bir çalışma, ekonominin bütünlük ve kararlılık kazanmasının yoluyla, diğer bir deyişle, parçalarının karşılıklı bağımlılıklarını ve tekrarlanmalarını [oluşturan] yolla işe başlamalıdır. Bu, bütünleştirme biçimleri diyebileceğimiz çok az sayıdaki kalıbın bileşimi ile elde edilir. Bunlar, değişik seviyelerde ve ekonominin değişik sektörlerinde, yanyana ortaya çıktıkları için, bunlardan birini, ampirik ekonomileri bir bütün olarak sınıflandırmak amacı ile başat olan biçim diye seçmek çok kere olanaksız olabilir. Ama gene de, bu biçimler, ekonominin sektörleri ve düzeyleri arasında bir ayırımı olanaklı kılarak, ekonomik süreci oldukça basit terimlerle betimleme aracı sağlar ve böylece ekonomik sürecin sonsuz çeşitliliğine bir düzenlilik ölçüsü getirir. Ampirik olarak, esas kalıpların karşılıklılık yeniden dağıtım ve mübadele olduğunu görürüz. Karşılıklılık, simetrik gruplandırmaların mütekabil noktaları arasındaki hareketleri ifade eder; yeniden dağıtım, önce bir merkeze, sonra bu merkezden dışarıya doğru sahiplenmeyle ilgili hareketlere tekabül eder; mübadele ise, burada bir piyasa sisteminde taraflar arasında yer alan iki yönlü hareketlerin ifadesidir. Dolayısıyla, karşılıklılık, arka-planda simetrik olarak düzenlenmiş gruplandırmaları varsayar; yeniden dağıtım, grup içinde belirli bir ölçüde merkeziliğin varlığına dayanır; mübadele ise, bütünlük sağlayabilmek için, bir fiyat-belirleyici piyasalar sistemi gerektirir. Değişik bütünleştirme kalıplarının, belirli kurumsal destekler varsaydığı açıktır”(Polanyi,1957)

Polanyi kapitalizmde piyasayı öne çıkaran temel unsurun bu ekonomik formasyonun piyasa ilişkileri içinde yükselişe geçen bir tarihsel dönüşümün ürünü olmasına bağlamaktadır. Polanyi’ye göre, piyasa toplumunun ortaya çıkışı, insanların gündelik yaşamlarını sürdükleri kültürel alan ile ekonomik alanın birbirinden ayrılmasına yol açmıştır. Daha önceki dönemde ekonomik alan kültürel yaşamın içine “gömülü (embedded)” durumdadır. Yalnız bu bölünme ve ekonomik alanın kendi başına bir ontolojik durum olarak ortaya çıkması yaşamını ve davranış kalıplarını değiştirdi oysa piyasa farklı kurumlaşma tarzlarından birisidir ve tarihsel olarak farklı kurumlaşma biçimleri de var olmuştur..Hatta kapitalizm içinde piyasa dışı ilişkileri anlamaya yönelik olarak bu farklı kurumlaşma biçimleri var olmaya devam edebilmektedir..Piyasanın gelişmediği azgelişmiş toplumsal formasyonlarda ya da geçiş ekonomilerinde bu tarzlar da ekonomik sorunun çözümünde eşdeyişle ne kadar ne ile ve kimin için üretilecek sorunu çözümünde karar alma sürecinin merkezinde yer alabilmekte ve piyasası ikame edebilmekte ya da tamamlamaktadır.
Parasal rantın olduğu her yer bu rantı paylaşmaya yönelik “karşılıklılık” temelinde kurumlaşmış ekonomik ağların olması kaçınılmaz olmakta mafyalaşma denilen süreç hızla gelişmektedir. Ancak bu süreçte vurgulanması gereken mafya olarak adlandırılan formasyonun neliğine yönelik olarak çıkmaktadır. Çünkü burada vurgulanması gereken sadece silahlı bir organize örgüt değildir. Vurgu rantı paylaşmaya yönelik olarak karşılıklık temelinde kurumlaşmış bir ekonomik yapıdır. Bu nedenle rahatlıkla bir dinsel cemaat de bu anlamda iktisat sosyolojisi açısından bu rantı paylaşmaya ya da paylaştırmaya yönelik bir sosyal ağyapı kurabilir ve farklı yeniden dağıtım ilişkilerini kullanarak bu rantı bölüştürebilir. Peki bu anlamda İslami milliyetçi (Türk İslam sentezi) unsurları barındıran bir sosyal yapıdan dinsel temelli cemaatsel yeni bir sosyal yapıya ekonomik süreçleri yönetme olanağı neden kaymaktadır.1 bu soru aynı zaman da yeni zamanlara yönelik bir ideolojik hegemonya ve hakikat rejimi inşasına yönelik tüm ideolojik aygıtların yeniden konumlandırılması ile ilgili bir soru olarak karşımızda doğmaktadır.
Yeni bir paylaşım alanı olarak futbolun cemaatsel kontrole geçmesi hem bu pastanın mali boyutunu paylaşılması hem de ,ve belki bundan da daha önemli, bir ideolojik hegemonya biçimi olarak yeniden konumlandırılması ile açıklanabilir.Sıranın futbola gelmiş olması aslında futbolun toplumsal yapının yeniden üretim alanı içindeki kitle ruhunu ve fikrini biçimlendiren yeri ile ilgili olmakta ve futbolun egemenlik ilişkilerini yeniden üreten hegemonya oluşturma sürecine katkı sağlayan kanallarını orta koymayı zorunlu kılmaktadır.

1.Özellikle futbolda oluşan rantın bölüşüm sürecinde farklı yapının rolü ve işlevleri konusunda şu kaynak önemlidir. Kılıç Ecevit (2006) Politik Goller: Futbol ve Siyaset, Güncel Yayıncılık, İstanbul

Kaynaklar:

Çoban B.2008, “Futbol ve toplumsal muhalefet” İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar s.59-88

Demirer T (2010) “Futbolun Ekonomi-Politiği” Devrimci Demokrasi, No:179, 1-16 Temmuz
http://www.atik-online.net/2010/07/12/futbolun-ekonomi-politigi/

Kılıç Ecevit (2006) Politik Goller:Futbol ve Siyaset, Güncel Yayıncılık,İstanbul

Marx Karl Friedrich Engels (2004) Alman İdeolojisi [Feuerbach] Çev: S.Belli, Sol Yay. Ankara

Öztan G. (2005) “Türkiye'de Futbol ve Sınıf Bilinci” TÜSAM'ın düzenlediği 2. Sınıf Çalışmaları Sempozyumu, Kasım,2005
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=4760

Polanyi K (1957) "The Economy as Instituted Process." Trade and Market in the Early Empire, edited by Karl Polanyi, Conrad M. Arensberg, and Harry W. Pearson, 243-270. Glencoe, Ill.: The Free Press, .

Polanyi,K. (2008) Büyük Dönüşüm-Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri, çev. Ayşe Buğra,7. baskı, 2008, İletişim Yayınları

Yalçıner S. (2011) “Futbol: Soylu Rekabetten Rant Kavgasına” Sol, 06.07.2011 -
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/selim-yalciner/futbol-soylu-rekabetten-rant-kavgasina-44249





27 Nisan 2011 Çarşamba

Teknolojik Gelişmenin Yörüngeleri Üzerine:Yol Bağımlılığı ve Kilitlenme Sorunu:


Evrimci iktisadın neo klasik iktisattan ayrıştığı temel bir noktada sürecin dinamik yapısını oluşturan zaman kavramının niteliği üzerinedir. Bu tarihsel zaman vurgusu kurumsal değişmeleri içren bir “tersinmez”* bir zamansal/tarihsel dönüşüm olgusunu ortaya koymaktadır. Bu dönüşüm/değişim Hegel’in kullandığı “Minerva’nın Baykuşu” metoforu bağlamında “önceden öngörülemez ancak daha sonradan analiz edilebilir” bir değer kalıbına (paradigmaya) bağlı olarak kendine bir yön bulmaktadır. Teknolojinin doğası aslında geniş bir tanımlama ile bilime benzer bir şekilde karakterize edilebilir. Özellikle teknolojik paradigma ya da araştırma programı Kuhn tarafından önerilen bilimsel paradigma ya da araştırma programı ile benzeşen bir rol üstlenmektedir. Kuhn göre, normal bilim dönemi olarak adlandırılan istikrar dönemini, bir kriz dönemi kesintiye uğratır ve bu kriz dönemi bilimsel devrimin ortaya çıkmasına neden olara yeni bir normal bilim döneminin açılmasına olana tanır. Mevcut bilimsel paradigma, bilim adamları tarafından paylaşılan kurallar, standartları ve bilimsel araştırma yöntemlerini tanımlar ve araştırma geleneğinin sürdürülmesi için bir uzlaşma ortamı yaratır. Bu yaklaşım tarzı aslında teknolojik gelişme sürecinde meydana gelen sürekli ve kopuk gelişme biçimlerini modellemektedir. Teknolojik değişme genellikle bir teknolojik paradigma tarafından belirlenen bir teknolojik yörünge boyunca süreklilik gösterirken, teknolojik değişme sürecindeki kopuşlar bir teknolojik paradigma değişikliğine işaret etmektedir. (Dosi,1982:148) Bu teknolojik paradigma içinde mevcut teknolojik problemlerin çözüm pratikleri gelişir ve paradigmaya bağlı olarak şekillenen belirli ilkeler sorun çözme rutinleri belirleyerek teknolojik gelişmeye yön verir. Teknolojik yörünge paradigma belirlendikten sonra paradigmanın içinde oluşan teknolojik yapı gelişme gösterecektir. İşte bu teknolojik gelişme örüntülerine teknolojik yörünge** adı verilmektedir. Teknolojik rejim seçilim çevresine bağlı olmanın yanında belirli endüstrilerde meydana gelen gelişmenin belirli örüntülere göstermesine neden olmaktadır.Özellikle piyasaya belirleyici rol atfeden inovasyonun tek yönlü açıklayan modeller bu tip teknolojik paradigma değişmelerinin nasıl meydana geldiğini açıklamaktan uzaktırlar. Çünkü bu tip bir paradigma değişmeleri bilimsel ilerlemeler, ekonomik faktörler, kurumsal değişkenler ve mevcut teknolojik yolun bünyesinde meydana gelen çözülmemiş problemlerin birbirleriyle kurduğu karmaşık bir etkileşimin sonucu olarak meydana gelmektedir (a.g.e 148).
Ekonomik olgular ya da süreçler homojen uzay ya da zamanda gerçekleşen olarak değil de birçok kesikli zaman ve uzay bağlamında gerçekleşen şeyler olarak anlaşılmalıdır. Neo klasik yaklaşımda kullanılan zaman kavramı ise mantıksal zaman eşdeyişle Newtongil anlamda zaman kavramıdır.Bu zaman kavramında homojenlik,matematiksel süreklilik, ve durağan nedensellik vardır.Bu nedenle mantıksal zaman algısında bir günle diğerleri arasında bir fark yoktur ve aslında zamna durağandır.Evrimci iktisadın tarihsel zaman kavramında ise zaman gerçek ve devingendir ve bu zaman da matematiksel süreklilik yerine dinamik devamlılık ,hetorojenlik ve nedensel etki vadır (Eren,1994:62-63) . Tarihsel bağlam yalnızca zamana vurgu yapmamakta bunun yanında olgunun zamana bağlı doğası üzerine de düşünmeye teşvik etmektedir. Özellikle vurgulanmalıdır ki buradaki mekân yalnızca maddi yapısı ile değil bunun yanında farklı kültür ve kurumları da içerecek şekilde tanımlanmaktadır (Liu 2009:15). Schumpeter’in de vurguladığı gibi ekonomi tarihsel bir süreç içerisinde evrilerek ilerlemektedir ve bunun anlaşılması iktisadi analizin sağlıklı yapılabilemsi için bir gereklilik olamkatadır. “Yeterli bir miktarda tarihsel anlayışa, tarihsel olgulara yeterli bir bağlılığa ya da tarihsel deneyimleri nasıl tanımlanabileceği bilgisine sahip olmayan hiç kimse bugünün de dâhil olduğu herhangi bir ekonomik dönemi anlamayı ummamalıdır (Schumpeter,1954).”

Neokalsik yaklaşım ile evrimci iktisat yaklaşımı gelişme olarak evrim kelimesini farklı anlamlarda kullanmaktadırlar.Neoklasik yaklaşım aşamalı ve öngörülebilir bir değişim sürecine işaret ederken evrimci iktisat geleneği bundan farklı olarak evrimi mutasayon ve seçilim dinamikleri tarafından belirlenen öngörülemez ve kopuşlar içeren bir değişim süreci olarak ele almaktadır.Bu kopuş ve ilerleme bütenselliğinin altında yatan ise inovasyon sürecinin Moykr da işaret ettiği farklı etki mekanizmaları olmaktadır.Mokyr’a göre ekonomik evrim makro inovasyonlar (büyük çaplı teknolojik değişmeler yaratan radikal inovasyonlar) ile mikro inovasyonlar (mevcut teknoloji ile ilgili küçük iyileşmeler) ile karakterize olan çok boyutlu bir değişim sürecidir.(Pol ve Carrrol:2001:9) İşte bu değişim sürecinin çelişkili ve bütünleşik yapısı teknolojik değişmenin süreklilikler yanında kopuşlara içermesine ve teknolojik gelişmenin nihai sonucunun exante olarak öngörülememesine neden olmakatdır.

Neoklasik ekonomik anlayışa göre piyasa mekanizması her zaman için en etkin teknolojilerin endüstrilerde kullanılmasına neden olacaktır. Oysa günümüzde kullanılan tüm teknolojilerin etkin ve optimal bir tercihe göre şekillendiğini öne sürmek olanaklı değildir.
Evrimci iktisadın teknolojik gelişme yaklaşımında ise değişimin gerçek zaman boyutu ve tersinmezliği “yola bağımlılık” metaforu ile açıklanmaktadır. Yol bağımlılığı; optimal ve etkin olmayan teknolojilerin endüstrilerde egemen olması, artan getirilere bağlı olarak giderek standart hale gelerek zamanla bu etkisini ağyapı dışsallıklarına bağlı olarak genişletmesi ve nihai olarak kalıcı hale gelmesi ile ortaya çıkmaktadır. (Stack ve Myles ,2003:488) Yol bağımlılığı olgusu ekonomik gelişmenin dinamik yapısını açıklarken tarihsel süreçlerin oynadığı role vurgu yapmaktadır.Ekonomik çevrenin uzun dönemli davranışları,kısa dönemli faktörlerden etkilenmektedir.(Darluf,1998:8) Paul David (1985),bu süreci şu şekilde ifade etmektedir

“Yola bağımlı (path dependent) bir iktisadi olaylar dizisinde, nihai sonuca etki eden faktörler, sistematik güçlerden daha ziyade şans eseri ortaya çıkan olayların bütün süreci yönlendirmesi yoluyla ortaya çıkar. Bunun gibi rastgele süreçlerde sonuç, sabit bir noktaya doğru otomatik olarak yönelmez ve bunlara ergodik olmayan süreçler denir. Bu şartlarda, ‘tarihsel hatalar’ ne göz ardı edilebilir, ne de iktisadi analiz amacıyla karantina altına alınabilir; dinamik sürecin kendisi esasen tarihsel bir karaktere bürünür.”

Yola bağımlılık olgusunun altında yatan etki artan getiri ya da Brain Arthur’un tanımlamasıyla pozitif geri beslemedir.(Arthur,1990) Arthur’un 1979 da yazdığı gibi evrimci metaforları kullanan yeni iktisat öncelikle artan getirilere ve dışsallıklara odaklanmalıdır.Yeni iktisadın konusu olan ekonomi;yola bağımlı ,karmaşık,evrim içinde açık ve organik bir ekonomidir.(Waldrop,2003:41)

Artan getirilerin mevcut olduğu bir ortamda, görünüşte önemsiz rassal tarihsel olaylar, teknolojik gelişmenin belirli yönde evrimleşmesine neden olarak kilitlenme (lock- in) olgusunu ortaya çıkartmaktadır.

Tüm bu unsurlar bir araya gelerek teknoloji kilitleneme olgusunu ortaya çıkartarak, teknolojik gelişmenin evriminin belirli bir yola bağımlı olarak gelişmesine neden olmaktadır. Yola bağımlılık olgusu 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren Brain Arthur ve Paul David’in çalışmalarıyla popülerlik kazanmıştır. Paul David etkin olmayan bir teknolojinin endüstride yaygılık kazanması konusunda QWERTY klavye örneğini vermektedir. Bugün bilgisayarlarda da yaygın olarak kullanılan Q klavyenin gelişimi 1867 yılında Christoper Latham Sholoes’in daktilolunun patentini almasıyla başlamıştır. Bu ilk daktilolarda hızlı yazıma bağlı olarak sıkışma problemi otaya çıkınca klavye düzeni yazma işlemini yavaşlatacak tarzda yeniden tasarlanmıştır. Bu yeni tasarım Q klavye kullanımı giderek yaygınlaşmış, ağyapı dışsallıkları ve artan getirilere bağlı olarak Q klavye kullanıcısı artıkça hızlı yazımı engellemek için tasarlanan bu düzenek sıkışma problem ortadan kakınca bile endüstride egemenliğini sürdürmüş ve klavye standardı başlangıçtaki bu rassal tarihsel olaya bağlı olarak şekillenmiş yola bağlı bir evrim geçirmiştir.

Standart statik analizdeki, sistem uyumluluğunda sosyal olarak optimal dereceye ulaşma sürecinde araya gireceği söylenen dışsallıkların varlığına rağmen, mükemmel piyasaların yokluğundaki rekabet sanayiyi zamansız bir şekilde yanlış sistem üzerine standardizasyona itti – burada merkezi olmayan karar verme süreci daha sonra onu tutmak için yeterli oldu. Bu tür sonuçlar çok egzotik değil. Bu tür şeylerin olması sadece güçlü teknik olarak birbirine ilgililik, ölçek ekonomileri ve öğrenim ve alışkanlık yüzünden geri dönüşmezliklerin varlığında mümkün gözükür (David,1985).”


Diğer bir örnek Brain Arthur’un verdiği VHS ve BETA video kaydedici teknolojileri arasındaki rekabettir. BETA daha küçük ve daha kullanışlı bir teknoloji olmasına rağmen daha az etkin olan VHS teknolojisi tarafından ortadan kaldırılmıştır. Video kaydedicilerin VHS olarak yaygınlaşması kaset kiralayıcıların artan getirilere bağlı olarak VHS kasetleri depolamasına nden olmuş, VHS kaydediciye sahip olmanın sağladığı ağyapı dışsallıkları sonucu VHS kaydediciciler tüketiciler ararında hızla yaygınlaşmış bu pozitif geri beslemelere bağlı olarak VHS teknolojisi daha az etkin olmasına rağmen endüstride egemen olmuştur.( Arthur, 1990 )



Notlar:
* Tersinmezlik problemi temel tersinir fizik yasalarının karşıtı olan bir durumu işaret etmektedir.Temel mekaniz fizik yasaları tersinir bir karakter göstermektedirler .Eşdeyişle yalıtılmış bir parçacık sisteminde t zamanı boyunca sistem gelişmeye bırakıldıktan sonra tüm parçacıkların hızları tam olarak tersine çevrilirse ve sistem yeniden t zamanı kadar gelişmeye bırakılırsa sistem bütün hızların tersine çevrildiği başlangıç ananındaki orijinal sisteme dönüşür ve bu sürece tersinir süreçler adı verilemektedir (Bricmont,2009:145).Bu durumda tarihsel bir zaman sürecinde yaşananlar tersinmez bir karakter taşır ve sistem bir daha hiçbir zaman başlangıç koşullarına dönemez.
** Teknolojik değişimim geçiş süreci belirtildiği üzere stokastik ve öngörülemez bir tarzda gerçekleşmekte ise Prigogine ve Stanger’in kaotik dinamik sitemler için belirttiği ana teze göre yörünge kavramı terk edilmeli ve olasılıklar kümesi ile yer değiştirilmelidir. Çünkü Prigogine nin belirtiği gibi “Dolayısıyla mikroskopik belirlemelerimizden yörünge nosyonunu çıkartmalıyız. Bu gerçekten realist bir betimlemeye karşılık gelir.Hiçbir ölçüm ,hiçbir hesaplama bir noktaya tek bir yörüngenin düşünülmesine kesinlikle götürmez.Her zaman bir yörüngeler kümesiyle karşılaşacağız”(Bricmont,2009:143).Bu yörüngeler kümesi gelişminin önceden belirlendiği biçimde değil fakat , dönüşümün süreç içerisindeki farklı aktörlerin etkileşimi sonucu olası herhangi bir yörüngeye kitlenerek meydana geldiğini de göstermektedir




Kaynaklar:
Arthur B. (1990) “Positive Feedbacks in the Economy” Scientific American, 262, 92-99
Brigmont J. (2009) “Kaos Bilimi mi Bilimde Kaos mu?”( çev:S.Güneyli) Teori ve Politika ,Yaz 54 ss:137-157
Darluf (1997) “What should Policy Makers Know About Economic Complexity” Washington Quarterly
David, P. (1985) "Clio and the Economics of QWERTY," American Economic Review, vol. 75(2), 332-37, May.
Dosi G. (1982) “Technological paradigms and technological trajectories: A suggested interpretation of the determinants and directions of technical change” Research Policy Volume 11, Issue 3, June pp:147-162
Eren E.(1994) İktisatta Yöntem 4.B Ezgi Kitapevi, Bursa
Liu Z. (2009) “Bringing History into Evolutionary Economic Geography for a Better Understanding of Evolution” Papers in Evolutionary Economic Geography: 09.01 Utrecht University,
Pol Eduardo Peter Carroll (2004) Innovation Heterogeneity, Schumpeterian Growth and Evolutionary Theorizing, Faculty of Commerce Faculty of Commerce - Economics Working Papers
Waldrop M. (2003) Karmaşıklık:Düzen ve Kaosun Eşiğinde Beliren Bilim, (çev:Z Dicleli),Türk Henkel Dergisi Yay.İstanbul